“Sardı Korkular Gelecek Yıllar…”

*** Bu makale Uwords Dergi 7.sayısında yayınlanmıştır. ***

Korku ne kadar tanıdık bir duygu. Hem yaşamsal bir önemi var hem de modern dünyada engelleyici olabiliyor. Korkuyu tanımak, korkularımızı fark etmek yaşamlarımıza neler katabilir? Sosyal bilimlerin insanı anlama çabası ve yapılan çılgın çalışmalar kendimizi tanıma yolculuğuna eşlik ediyor. Macera hiç bitmesin…

“Girmeye korktuğun mağara, umduğun hazineyi saklıyor olabilir.” Joseph Campbell

Dart oyununu bilirsiniz. Aslında yetişkinler için olan bu oyunun çocuk versiyonu da var. Ucu sivri metali mantar daireye atmıyoruz da bu defa minik topları yapışkan bir daireye atıyoruz. Amaç aynı, yüksek sayıların yazdığı bölgeleri tutturmak. Hatta mümkünse en orta yere denk getirmek ve en yüksek puanı almak. Henüz çocukken öğreniyoruz; dartın en ortasını hedeflemeliyiz çünkü herkes öyle yapıyor, çünkü kazanmak buna bağlı.

Halbuki tam olarak bize uygun olan diğer bölgeler olabilir mi? Şart mı 100 olması?

Bu hedefi on ikiden vurma hadisesi tüm yaşamımızı etkiliyor aslında. Hepimizde, hedefi yükseğe koyma merakı var. Şimdilerde biraz sosyal medya da körüklüyor bu merakı tabi. Hedefe ulaşmak için yapılması gerekenler neler? Hedef hep en yukarıda olmalı ki diğerlerinden daha iyi, daha başarılı olunsun. Oysa asıl soru hedefe nasıl ulaşacağımız değil, neden o hedefi seçtiğimiz!

Yüksekleri hedefledik ama bu bizim yükseklik korkumuzu tetikliyor olabilir mi?  Hatta hedefi yükseğe koymak inançsızlığı da beraberinde getiriyor olabilir. Zaten başaramayacağım bir hedefe ulaşmak için neden uğraşayım ki. Bu durum atalete, ertelemeye, aksiyona geçememeye sebep oluyor sanki. Arka planda başarısızlık korkusu gelip yerleşiyor. Başarısız olmaktan korkmak öyle büyük bir konu ki başarmayı denemeyi bile engelliyor. Hele de geçmiş tecrübelerden bazıları bu korkuyu pekiştirecek şekilde vuku buldu ise, sonuç kaçınılmaz.

Oysa korku öğrenilen bir duygu olabilir. Sosyal bilimciler uzun zamandır bunu araştırıyorlar. Çok sayıda deneyler yapıyorlar. “Neden böyle davranıyoruz?” “Tepkilerimiz koşullu mu?” sorularına yanıtlar bulmaya çalışıyorlar. Pavlov’un köpeğini bilirsiniz. Zil sesi ile ağzı sulanmaya başlayan köpek, şartlı tepkiyi açıklayan en ünlü çalışmanın kahramanı. Bu deneyden etkilenen Amerikalı psikolog John B. Watson ve yüksek lisans öğrencisi Rosalie Rayner kolları sıvıyorlar. Korku doğal bir tepki mi yoksa öğrenilebilir bir deneyim mi, bunu anlamak istiyorlar. Bu defa 9 aylık bir bebeği denek olarak kullanıyorlar, takma adı Albert. Bu sebeple deneyin ismi Küçük Albert Deneyi.

Hastanede çalışan hemşire bir anneden, deney için izin alıyorlar ve başlıyorlar çalışmaya. Albert’e önce bazı nesneler gösterip tepkisini gözlemliyorlar. Beyaz bir fare, tavşan, tüylü bir maske, yanan kağıt parçaları, peruk vb. İlk kez gördüğü bu şeyler küçük yavrunun çok ilgisini çekiyor. Korkmak bir yana heyecanlanıyor, gülümsüyor, uzanıp dokunmak istiyor. Çalışmanın devamında Albert tek başına bir odaya konuyor. İçeri beyaz bir fare girdiğinde yine heyecanlanıyor ve ona doğru uzanıyor. Tam bu sırada bir çekiçle, demir bir boruya vurarak rahatsız edici bir ses çıkarıyorlar. Albert bundan korkuyor ve ağlamaya başlıyor. Ses kesildiğinde Albert’in korkusu geçiyor ve yeniden fareye uzanıyor ancak elini her uzattığında korkunç ses duyuluyor. Deney günlerce sürüyor ve çalışmalar tekrarlanıyor. Tahmin edebileceğiniz gibi artık Albert her fare gördüğünde, ses olmadığı halde ağlamaya başlıyor ve aynı zamanda ondan uzaklaşmaya gayret ediyor. Özellikle beyaz ve tüylü şeylere karşı gelişen bu korku benzer özelliklerdeki nesneler için geçerli oluyor. Beyaz bir tavşan, pamuk, tüylü bir maske, hatta Noel baba kılığındaki doktor bile artık Albert için korktuğu şeylerden bazıları.

*** Bu fotoğraf Wikipedia sitesinden alınmıştır. ***

Bu deney yapıldığı dönemde çok eleştiri alıyor çünkü küçük Albert artık bazı korkular ile yaşamına devam etmek durumda. Bunu geri alacak hiçbir çalışma yapılmıyor. Hoş yapılsa bile tam olarak geri alınabilir miydi, bunu kimse bilmiyor. Ancak deneyin sahibi iddialı, diyor ki:

“Bana bir düzine sağlıklı, iyi yapılı çocuk getirin. Bu çocukların yetenekleri, eğilimleri, kabiliyetleri, mesleki eğilimleri ve hatta genetik bağlarına rağmen; ben size rast gele seçtiğim çocuklardan her birini özel alanda doktor, hukukçu, sanatçı, iş insanı, dilenci, hırsız yetiştirmeyi garanti ederim.”

Albert’e ne olduğunu merak edenlere ise mutsuz bir haberim var. Maalesef küçük Albert 6 yaşında beyninde su toplaması nedeniyle hayatını yitiriyor.

Tüm davranış bilimciler aslında insanı ve insan davranışını anlamak maksadıyla yola çıktılar. Yöntemlerini bazen beğenmesek de epey yol kat ettiler. Ancak konu insan olduğunda, engin denizlere dalmak gibi, sanki ne başı var ne sonu. “Kendini bil” bu nedenle tüm kadim öğretilerin hassasiyetle üzerinde durduğu şey. Kendini tanımak, anlamak, fark etmek sonu gelmeyen bir çaba ancak eşsiz ve herkesin yolculuğu başka.

Her ne kadar Watson, eğilimleri, yetenekleri ikinci plana atsa da onları gün yüzüne çıkarmaya niyetliyiz. Belki kontrollü yapılan bu deneyde olduğu gibi kontrolsüzce gelişen bazı uyaranlar var yaşamlarımızda ve nur topu gibi korkularımız bu sayede oluşuyorlar. Belki iş değiştirmem gerektiğinden eminim ama adım atamıyorum çünkü zamanında oraya bir yerlere ekilmiş başarısızlık korkum var. Ya da can dostum dediğim kişiye hayır diyemiyorum çünkü arka planda bir yerde terkedilmekten korkuyorum. Aslında biliyorum romantik ilişkim tam istediğim gibi ilerliyor ancak hemen sabotajcım devreye giriyor ve ilişkiyi sonlandırıyorum. Ne olur ne olmaz, korkularımızı yaşamayalım şimdi, kalbim kırılır, yeterince sevilesi olmadığımı görürüm. Örnekler uzar gider…

Kendine dışarıdan baktığında gördüklerinden memnun olmama ihtimalin her zaman var. Beğenmediklerini değiştirebilirsin. Gelişim alanlarını tespit edebilir aksiyon planı hazırlayabilirsin. Korkularını fark edebilir, sebeplerini anlamaya gayret edebilirsin. Korku olmasa insanlık bugüne gelemezdi şüphesiz. Korku, kendimizi koruma yöntemlerimizden birisi. Yaşamın devamlılığını bu duyguya borçluyuz. Fark etmek ve bunu olumluya çevirmek elimizde. Yaşamını baltalamak yerine başka bir şekle çevirebilir ve bundan gurur duyabilirsin.

“Her ne yapabiliyor ya da yapabileceğini hayal ediyorsan, yapmaya başla. Cürette deha, güç ve sihir vardır.” Goethe