“Kuşların ayaklarına takılır!” derdi.

Bir güle yaklaştırıp yüzümüzü, koklamaktan korktuğumuz zamanlardayız. Dedelerin torunlara hasret kaldığı zamanlar. El öpmeyi özlediğimiz, sarılmamak için kendimizi zor zapt ettiğimiz saçma zamanlar. Çocuğumuz, parktaki diğer çocuğun elini tutsun, sosyalleşsin diye can atarken şimdi “evladım, öpme çocuğu, yaklaşma, uzak dur” diyoruz. “Bugün de sağlıklı tüm sevdiklerim” utancı, sevinciyle, “bu ne saçma bir hayat böyle” arasında gidip gelen duygu durumlarındayız. Hayat hepimiz için daha da zorlaşmakta.

Pandemi tedbirleri kapsamında masalarımız uzak uzak olmasına rağmen anlattıklarını duyabiliyordum. Hatta açık havada, rüzgar ve dalga seslerine rağmen duyabiliyordum. Heyecanlıydı, yüksek sesle konuşuyordu, kendini tutamıyordu, tutmak istemiyordu belki de. Tamam kabul ediyorum işitsel bir insanım. Kimselerin duymadığı sesleri duyarım. Bir ortamda kimse duymaz ama ben düzenli saat sesini hep duyarım. Televizyon sesi bana göre hep yüksektir ve kısılmalıdır. İşitsel olmanın iyi yönleri olduğu gibi zor tarafları da var, bazen deli muamelesi görmek gibi 😊

“Bulgar göçmeni o, istifleyecek de istifleyecek!” dedi. Bir tek kişinin dedikodusunu yaparken bile utanıp sıkılan ben, koca bir insan topluluğunun gıybetine şahit oluyordum. Bu cümle de “Bu kulaklar neler duydu” listesine girebilir bence. Utançtan yüzüm kızardı. Tanıdığım ve bayıldığım insanlar var benzer geçmişe sahip olan. Bu insanların bildiğim muhteşem özellikleri var. Hepsi tek tek geçti gözümün önünden, sevgiyle andım onları.

Bir insanın bu kadar eleştiri yüklü olmasına üzüldüm aslında. Şimdi bu satırları yazarken de en büyük duygum bu. Bu kadar sevmiyorken insanları, hayata tahammül etmek kim bilir ne kadar zordur. Hayat genel olarak kolay değil, gittikçe de zorlaşıyor olabilir. Böyle bir dünyada bir de bu kadar nefretle dolu olmayı hayal bile edemiyorum.

Rahmetli anneannem, uzun çocuk saçlarımızı taradıktan sonra elimize gelen saç topaklarını, camdan dışarı, balkondan aşağı vs. atmamamız konusunda biz torunlarını sevgiyle uyarırdı. “Kuşların ayaklarına takılır!” derdi. Bu hassasiyetteki aile kültüründe yetiştiyseniz işler karışabiliyor. Bir zaman geliyor fark ediliyor ki insanların bazıları bu derinlikte değiller. Bazı insanlar için kuşlar, çiçekler, diğer insanlar yok sadece ve sadece kendileri var. Bu kadar tek başına nasıl yaşanır bu koca dünyada. Hooop gene geldi bir üzülme, bunlar hep yaşlılık emareleri.

Var sayma hali her yaş döneminde büyük tuzak aslında. Bir dönem aynı kurumda çalıştığım bir arkadaşımın yeni bir işi var. “Zuhal, meğer biz ne kurumsal bir şirkette çalışıyormuşuz” dedi geçen gün. İnsan bazen ‘her şirket en az bu kadar kurumsaldır zaten’ genellemesi yapabiliyor. Düşe kalka hayatı deneyimleme zamanı öyleyse.

Sen bu yazıyı okuyan güzel insan, sen söyle bu yazının amacı ne? Hani komedi dizisinde bir replik vardı: “Ben lafımı ortaya koydum, beğenen alıp gider beğenmeyen bırakır kaçar!” 😊

O zaman bana müsaade, hadi ben kaçtım!